ONA İFTİRÂ ETTİLER
Resûl'ün  vefâtından, geçince tam "Bin sene",
Gönderdi  Allah onu, Hindistân ülkesine.
Onunla,  hidâyete geldi çoğu insanlar.
Kaçacak  yer aradı, islâma saldıranlar.
Lâkin  bazı sapıklar, iftirâ edip ona,
Şikâyet  eylediler zemânın sultânına.
Devrin  hükümdârı da, "Selîm Cihângir Hân"dı.
İyi  araştırmadan, yalanlara inandı.
Ve  oğlu "Şâh Cihân"a verdi ki şöyle emir:
(Onu,  talebesiyle birlikte bana getir!)
Niyeti,  öldürmekdi onları tamâmiyle.
Şâh  cihân, geldi derhal "İmâm"a bir müftîyle.
Dedi  ki: (Sen babama secde edersen eğer,
Seni, öldürülmekden kurtarırım bu sefer.)
Aslâ  kabûl etmeyip, buyurdu ki: (Bu fetvâ,
Zarûret zemânında olur câiz ve revâ.)
Talebeden  kimseyi yanına almıyarak,
Hükümdâra,  korkmadan gitdi yalnız olarak.
Öyle  güzel cevâblar verdi müdâfâda,
Sultân,  salıvermeyi düşündü ilk def'ada.
Lâkin  o fitneciler, sezince bu karârı,
Tazyîke  başladılar yeniden hükümdârı.
Dediler:  (Bu kişinin bir hayli adamı var.
Serbest bırakırsanız,  bir isyân çıkarırlar.)
Sultân,  fitnecilere aldanıp, tekrâr yine,
Habs  ettirdi "İmâm"ı, Guvalyar kal'asına.
Lâkin  "İmâm", sultâna hep düâ ediyordu.
Talebesine  dahî, "Düâ edin!" diyordu.
Vezîr,  koyu muhâlif biriydi, bu sebebten,
Kardeşini,  gardiyan tayîn etti hâsseten.
Ve  sıkı tenbîh etti: "Şiddetli davran!" diye.
O  dahî bir hınç ile, başladı vazîfeye.
Lâkin  çok kerâmetler görünce kendisinden,
Derhal  îmân ederek, oldu talebesinden.
Kal'adeki  binlerce habs olan hindûlar,
Sohbetini  dinleyip, hep müslümân oldular.
Ve  hattâ bir çokları "İmâm"ın sâyesinde,
"Âlim"  ve "Velî" oldu Guvalyar kal'asında.
Sultân  dahî, sonradan bu işe oldu pişmân.
Hapisten  çıkararak, eyledi pek çok ihsân.
Hattâ  sâdık talebe olarakdan kendine,
Hurmetle  uğurladı onu memleketine.
Geçti  habishânede "İmâm"ın üç senesi.
Ve  lâkin binlerce kat, yükseldi mertebesi.
Buyurdu: (Yetiştiğim makâmlar ötesinde,
Olan makâmlara da, erdim netîcesinde.
Çok yüksek dereceler bu yolda vardır, ancak,
Sıkıntı çekmedikçe, mümkin olmaz kavuşmak.)